arslan-sayman-ile-soylesi-kitapkurduanne-yazar-ve-cizer-soylesileri

Arslan Sayman ile Söyleşi

Merhaba !

Hatırı sayılır miktarda çocuk kitabı okudum bugüne kadar, 0-6 Yaş resimli çocuk kitapları çok daha fazla olsa da artık İlkokul çağında da fena değilim sanırım. Bu kadar kitap içerisinde benim için özel olan, özeniyle, diliyle, çizimleriyle, hikayesiyle beni kendine hayran bırakan bir çok kitabın altında Deniz Üçbaşaran ve Arslan Sayman´ın imzası var.. Arslan Bey "Kurşun Kalem" dergisi için benimle bir söyleşi yapmak istediğinde gururdan, sevinçten ne yapacağımı şaşırmış ve çok heyecanlanmıştım. İnsanın çok saygı duyduğu ve hayran olduğu biri tarafından yaptığı işin takdir edilmesi inanılmaz bir şey..

İşte bu vesile ile başlayan iletişimimiz Arslan Bey´in beni kırmayarak "bitirme tezi" kıvamındaki sorularımı son derece içten ve açık şekilde cevaplaması ile devam etti, kendisine bir kez daha çok ama çok teşekkür ediyorum. Zaten biliyordum artık emin oldum, boşuna değilmiş hayranlığım..

Limon Ağacının Şarkısı, Kırmızı Kuş, Pirayenin Bir Günü, Balaban ile Şakrak, Şarkı Söyleyen Berber, Bruni´nin Avlusu, Barba ile Rabarba , Karganın Rengi, Engin Mavi, Mevsimlere Güzelleme... Bu kitaplardan en az birkaç tanesini okumadıysanız siz de çocuğunuz da çok şey kaçırıyorsunuz demektir !

Ben aradan çekileyim ve bu keyifli söyleşi ile sizi baş başa bırakayım ...


Sevgili Arslan Bey, bize biraz çocukluğunuzdan, aile hayatınızdan, hayallerinizden ve okul hayatınızdan bahseder misiniz? Büyüyünce ne olmak isterdiniz?
Sondan başlayabilir miyim, bugün neden yazıyla ilgili olduğumu da açıklıyor çünkü. 10’lu yaşlarımdayken ‘büyüyünce ne olacaksın’ sorusunu sorarlardı. Ben teklemeden gazeteci olmak istediğimi söylerdim. Sonra evimize televizyon girdi, ben haber spikeri olmak istediğimi söylemeye başladım. Ama bunların yerine psikoloji okudum, psikolog oldum, büyüyünce yazıyla ilgili bir işim olabileceğinin ipuçlarını da vermişim. 8 çocuklu kalabalık bir ailenin 7. Çocuğuyum. Anne, baba, bol abla ve ağabey bulunan bir evde büyüdüm. Bir ara o çılgın kalabalıktan uzakta kalma seçeneği çıkmıştı karşıma, hemen değerlendirdim. Çocukluk yıllarımda anneannemin yanına refakatçi olarak gönderildim. Öyle uzakta falan değildi evi, ailemden tamamen kopmadım ama uzunca süre O’nunla yaşadım. Keyifli zamanlardı, şimdi geriye dönüp baktığımda o günleri bahtımın değiştiği dönem diye anıyorum. Tüm eğitim hayatım İzmir’de geçti. Politik bir ailenin içinde büyüdüm. 13 yaşımda anneannemle ve ailenin diğer üyeleriyle 1 Mayıs mitingine gittim. Kortejin başına bile geçtim. Sloganlar attım, bir ara elime karton tutuşturuldu, üzerinde ‘oligarşi mezara’ yazıyordu. Üzerindeki ilk sözcüğün ne anlama geldiğini bilmediğim o kartonu miting boyunca havada tutmaya çalıştım. Eve geldiğimizde kolum ağrıyordu? Mahalle mekteplerinde geçen ilk, orta ve lise eğitimi sonrasında Ege Üniversitesi Psikoloji bölümüne girdim. Eğitim hayatım boyunca çok parlak bir öğrenci değildim ama karnelerimde zayıf not hiç olmadı. Girişken, sokulgan, insan sever biriydim. Gruplarım olurdu ya da gruplar kurardım. Çok fazla arkadaşım vardı. Sokak aralarında oynayarak, uzak yakın çevremi keşfetmeye çalışarak, bisiklet üstünde büyüdüm. Anneannem de gezmeyi seven biriydi, küçük yaşlarda o zamanın olanaksızlıklarına rağmen bir sürü yeri O’nunla birlikte gezdim. En önemlisi hemen hemen tüm yazlarım, köylerde ve bağ evlerinde geçti. At arabasının üstünde, yıldızları seyrederek uyuduğum geceleri çok sevdim. Elbette anneannemin anlattığı hikayeleri dinleyerek uykuya daldım. Çocukken yaramazmışım, münakaşa etmeyi severmişim, kavga etmeyi bilmezmişim (öyle anlatırlar). Çok okurdum, onu atlamayalım, sıkı okurdum. Çocukluk hayalleri sorunuza gelince; hala olmadık hayaller kuran biri olarak çocukluk hayallerimi anlatmaya kalkmayayım, söyleşimiz uzar gider.
*Psikoloji, yayıncılık ve editörlük geçmişiniz olduğunu biliyorum bunları sizden dinleyebilir miyiz?
Bölümü bitirmem zor oldu. Okulun son yılında evlendim, bir kız çocuğum oldu ve boşandım. Kızımı ve beni annemle ablam sahiplendi, onlar tarafından büyütüldük. Benim büyümem gecikince bu kez devreye kızım ve sevgilim girdi, rötuşu onlar yaptı ? Eğitimini aldığım mesleği çok az yaptım (bugünlerde bu meslekten para kazanıyorum o ayrı). ‘Ne iş olsa yaparım’ diyebileceğim bir dönemim oldu. Pazarlama, fotokopiyle çoğaltıp ders notları satma, kitap dağıtımı, kitap evi tezgahtarlığı ve daha bir sürü iş. Usta şair Sina Akyol içinde bulunduğum duruma üzülmüş olmalı ki, “Evladım böyle sefil yaşanmaz, çoluk çocuk sahibisin, gel sana bir ekmek kapısı bulalım” dediğinde psikoloji kitaplarının kapağını kapatmış, reklam camiasının teknesine binmiştim bile. Uzun yıllar İzmir ve İstanbul’da reklam ajanslarında reklam yazarı, yaratıcı yönetmen olarak çalıştım. İstanbul’daki son işim yayıncılık ve kurumsal dergilerde editörlüktü. İzmir’e dönünce bu bir süre daha devam etti ama şimdi yeniden eğitim aldığım mesleğime geri döndüm ve üniversite diplomamı kullanmaya başladım.


*Bir çocuk kitabı yazmaya ne zaman ve nasıl karar verdiniz? İlk çocuk kitabınız Kırmızı Kuş nasıl doğdu?
Çocuk kitabı yazmaya karar vermedim hatta başlarda bunu ısrarla isteyen sevgilime saçma sapan bir tavır takındım; “Ne yahu, niye çocuk kitabı yazacakmışım, başka işim mi yok?” diyerek direndim. Deniz (Üçbaşaran) çizdiği işleri arşivinde tutuyordu. İstanbul’da yaşadığımız yıllardı. Bir gece üzerinde kıpkırmızı bir kuşun resmedildiği kare kartonlarla çıktı geldi.Bahçede demleniyordum, işi önüme bıraktı ve “Bu resimlere bak ve bir masal yaz” dedi. Kartonları masaya yaydım, kuşa bakıp duruyordum. Bir süre sonra kuşun da bana baktığını sandım? Üçüncü kadehin sonunda kuş bakmakla yetinmeyip, bana derdini anlatmaya başlamıştı. Sanırım altıncı kadehte Deniz’e “Gelsene, galiba ben bir çocuk kitabı yazdım’ diye seslendim. Okudu ve yüzündeki ifadeden ‘nefis olmuş’ anlamı çıkardım. İlk kitap ‘Kırmızı Kuş’ böyle doğdu. Sonrası çorap söküğü gibi geldi. Deniz hala o günleri anımsatır ve direnmiş olmamın ne kadar anlamsız olduğunu söyleyerek bana kızar. Haklı.


* Deniz Üçbaşaran ile harika çocuk kitaplarına imza attınız, bu kitapların oluşum sürecinden bahseder misiniz, hikaye mi çizimleri takip etti yoksa tam tersi mi?
Az önce anlattığım gibi Deniz iteklemeseydi ben bu havuzda yüzmeye yanaşmayacaktım. Bunca kitabın ardından şimdi suda keyifle kulaç atıyorum, ‘çık’ deseler acayip bozulurum? Deniz’in öyküsünü bulduğu ve zaten çizip bitirdiği işlere metin yazmakla başladım. Kırmızı Kuş, Yıldız Cini, Sarımsak Kasabası hatta Şarkı Söyleyen Berber önce çizilen sonra yazılan kitaplardır. Limon Ağacının Şarkısı kitabından itibaren süreç tersine döndü. Ben artık iyice çocuk kitabı yazarı olmuş ve bundan müthiş keyif almaya başlamıştım. Yazıp duruyordum, yazıp atıyordum. Atmaya kıyamadıklarımı bir köşede tutup aylar sonra yeniden göz atıyor, derleyip toparlıyor ve yayınlanmasına karar verdiklerimi etrafımdaki ‘obur okurlarla’ paylaşıyordum. Onların da beğendiklerini yayın evlerine göndermeye başlıyordum. Serüven aynen böyle devam ediyor. Şimdi farklı yaş grupları için yazılmış 20’yi aşkın kitabım var. Sektördeki abi ve ablalarım gibi 100’lerce kitabım olacak mı bilmiyorum (dilerim olmaz?) ama yazmayı sürdürüyorum. Deniz’e yeniden gelecek olursak, harika bir illüstratör ama öyle yoğun ki her kitabımı O’nunla çalışmak istememe rağmen maalesef bu gerçekleşmiyor ve buna çok bozuluyorum.
* Yazdığınız çocuk kitapları içinde sizin için ayrı bir yeri olan var mıdır ? Neden?
Bu soru özellikle okul etkinliklerinde kitaplarımı okuyan çocuklar, gençler tarafından da çok soruluyor. ‘Bilmiyorum’ diye yanıtlıyorum. Hakikatten bilmiyorum. Her kitap özelmiş gibi başlıyor, en çok o sırada yazmakta olduğum kitabı sevecekmişim gibi ilerliyor ama bitince o duygu da bitiyor. Basılıp, diğer kitapların arasında yerini alınca, tümü gibi özel hale geliyor. Yeni kitaba başlayınca aynı döngüye giriyorum, ‘Hah!’ diyorum ‘en sevdiğim kitabım bu olacak’… Sanırım her yazar için bu böyledir, başka türlüsü üreten insanın doğasına da aykırı bence. Hepsini ben yazdım, üstelik severek yazdım, aralarından birini ‘daha’ çok seveceğimi, ayrı tutacağımı düşünemiyorum.


* Sizce iyi bir resimli çocuk kitabı nasıl olmalıdır?En kazık soru da budur :) Kısacık bir yanıtı da yoktur ama ben kestirmeden söylemeye çalışayım bakalım becerebilecek miyim? İyi bir resimli çocuk kitabı çocuğun düş dünyasını zenginleştiren resimlere ve güzel, akıcı bir dile sahip olmalıdır. Bu kitaplarda resimler bence her daim metinden önce gelir. Ben her ortamda bunu söylediğimde yazarlar kızıyorlar, kızmasınlar. Adı üstünde resimli çocuk kitabı. Söyleşimizi okuyacak ebeveynlere de önerim kitapları seçerken bunu önemsemeleri, ortalıkta çocukların sadece gözlerini değil, ruhlarını da bozacak kadar kötü kitaplar var çünkü. Bence bu sorunun en doyurucu yanıtını resimli çocuk kitabında benim favorim olan Sara Şahinkanat sizin sitenizdeki söyleşide vermiş, onu okumalarını tavsiye edeceğim. http://www.kitapkurduanne.com/blog/sara-sahinkanat-ile-soylesi-kitapkurduanne-yazar-ve- cizer-soylesileri


* Türkiye´de yayımlanan çocuk kitapları gün geçtikçe çeşitleniyor, sizden de çocuk kitapları sektörünün dünü ve bugünü hakkında yorumlarınızı almak isterim.
Çocuk kitaplarının çeşitlenmesi bence iyi. Çeşitlenmeden kastımız dünyadaki örneklerin bize ulaşması, memleketteki yazar – çizer tayfasının gelenekselin dışına çıkıp üretim yapması ise, bu zenginliktir ve başımın üstünde yeri vardır. Basılan kitap sayısının artması meselesine gelirsek, ben öyle saçma sapan örneklerle karşılaşıyorum ki, içimden “Bu kitabı basan yayın evinin çocuklara ne garezi var?” diye sormadan edemiyorum. Kitap sayısının değil, iyi ve nitelikli kitapların baskı sayısının artması gerekiyor. Dünü ile ilgili değerlendirme yapmaya kendimi yeterli görmüyorum, o nedenle sorunun bu kısmını geçeceğim. Ha! Bu işe emek vermiş olanlardan dinlediğim, okuduğum kadarıyla eskiden durum berbatmış. Şimdilerde daha mı iyi, işte onu iyice tartıp, biçmemiz gerekiyor. Öncelikle şu ‘sektör’ yakıştırması ‘iktisadi varlık’ anlamında kullanılıyorsa da ben haz etmiyorum. Para pul işlerinden anlamam?. Yok profesyonelleşti o yüzden ‘sektör’ diyoruz deniyorsa, onu da almayayım, memlekette öyle olmadığı halde öyleymiş gibi yapan sürü sepet kurum var, yayın evlerini de bunlardan ayrı tutamayız. Ayrıca yayın evlerinin amatör bir ruhla iş yapmayı seven (doğamız gereği bu böyle) biz yazar, çizerler için neden bu kadar kasıntı profesyonel tavır takıldıklarını da anlamış değilim. Çocuk kitapları niceliksel olarak bir değer mi? Öyle olmalı yoksa Fatih Erdoğan’ın muzipçe hatırlattığı gibi bir sürü yayın evi ‘çocuk işine girmezdi’, daha fazla çocuk kitabı basılıyor, sanırım çocuk okur sayısı arttı. Kitapçılarda belirli raflar bu okurlara hitap ediyor (eskiden yoktu), gazete ve dergilerde daha fazla yer bulabiliyor (yeteri kadar değil ama), yetişkinler için yazan meşhurlar bile bu alana el attılar (başarılı işler de çıkmıyor, o ayrı), özel okullar pazarın en cazip alıcıları haline geldi falan… Bunlar beni çok ilgilendiren mevzular değil, ben sektörle işin üretim aşamasından sonra karşılaştıklarımla ilgiliyim. İşte burada sektörümüzün yayın evleri ayağı karşımıza çıkıyor. Bence memlekette çocuk kitabı çıkaran güzide yayın evlerinde (bir iki istisnayı saymaz isek) işiyle ilgili ehliyeti olan genel yayın yönetmenleri, editörler, görsel yönetmenler yok. Çok önemli olmasına rağmen buna özen gösteren, kendini düzeltmeye uğraşan, alınıp kendine çeki düzen veren de yok. Tam tersine, eğer dillendirirseniz gücenip sırtını dönen ya da mahallenin kabadayısı gibi davrananlar var. “Yahu kendim için istemiyorum…” diye lafa girebilirim ama kendim için de istiyorum. Ha! En çok da yayın evlerinin bünyeyi sağlıklı tutmaları için istiyorum. Bugünün büyük sayılan yayın evlerinden birinin patronu yıllar önce eline tutuşturduğum bir dosyaya bakmış, görsellerden birini parmağıyla işaret ederek “Pencerelerin yeri olmamış,” demişti, buyurun buradan yakın. Kendine editörlerin prensesi yakıştırması yapan bir diğeri, şimdilerde çocukların ayıla bayıla okudukları bir kitabımın dosyasını okumuş ve “muzır” bulduğunu söylemişti. Bir psikolog olduğumu ve çocuklarla çalıştığımı da bilmiyor muydu? Ödül de almış bir kitabımın kapağındaki hatayı ben söylemesem göremeyecek bir sanat yönetmeniyle de karşılaştım. Sektörün halini sormuştunuz, benim karşımdaki manzara bu. Neyse bunları geçelim, gelelim güzellikleri paylaşmaya. Çok iyi çizerlerimiz var, bence evrensel değerde işler yapılıyor. Can Göknil, Feridun Oral, Mustafa Delioğlu, Ferit Avcı, Deniz Üçbaşaran, Ayşe İnan Alican, Sedat Girgin’in çizdikleri kitapları hangi ülkede basarsanız basın çocukları etkileyecektir. Yazarlara gelince, isim vermek istemiyorum, sevdiğim, değer verdiğim isimler kendilerini biliyorlar zaten.
* Çocuklar için yazmanın güzellikleri ve zor yanları neler sizce? Siz çocuk kitabı okumaktan hoşlanır mısınız?
İzin verirseniz ikinci sorunuza yanıt vermeyi istiyorum. Çocuklar için yazmanın, yetişkinler için yazmaktan farkı olmadığını düşünüyorum. Çocuk kitabı bakmaya veya okumaya bayılırım, hele iyisine denk geldiğimde sevincime diyecek yoktur. Hatta bazı yazar ya da çizerlerin tembel olmalarına kızarım, ‘neden hala yeni kitabı çıkmadı’ diye hayıflanırım. Kitapçıma gittiğimde ilk uğradığım yer çocuk kitaplarının olduğu bölümdür. Yetişkin kitapları için internetten tarama yapar ve kitapçım Rüzgar Gülü’ne sipariş verir geçerim ama çocuk kitaplarını elime almam, incelemem gerekir. Az buz bir incelemeye de tabi tutmam. Kitabı baştan sona okurum, resimlerini incelerim, bu kitaplığımda olmalı dediğim kitabı da hemen alırım. Bazı kitaplar ise metinlerine rağmen alınmayı hak ederler, Deniz’le ortak ciddi bir kitaplığımız olduğunu eklemeliyim.


* Beni en çok etkileyen kitaplarınızdan biri "Piraye´nin Bir Günü" ve özellikle bu kitabın doğuş hikayesini merak ediyorum.
Resimli çocuk kitaplarımın hepsinin ayrı bir hikayesi, ‘yazılma serüveni’ diyelim, vardır. Balaban ile Şakrak’ı marangozluğa merak sardığım bir dönemde yazdım. Evin bahçesine kurduğum tezgah üzerinde topladığım tahta parçalarından kuş yuvaları yapmaya başlamıştım. Evin bahçesinde sağa sola astığım bu yuvaları öyle özene bezene yapıyordum ki, konu komşu görüp isteyince işi abarttım ve seri üretime başladım. Yuvaları yaparken içimden bir şarkı mırıldanıp durduğumu fark ettim, bir ağaç, bir marangoz ve bir kuş üzerine bir şarkıydı bu. ‘Oturup yazmalıyım’ dedim, oturdum yazdım. ‘Piraye’nin bir Günü’ kitabına gelince, hikayesi şöyle; İzmir’de, şehir merkezinden çok uzakta, benim ailemin deyişiyle dağın başında yaşıyoruz. Bizim civarı mesken tutmuş tilkileri beslediğimiz gibi, evin sebze meyve artıklarının domuzlar tarafından yendiğini görmüşlüğümüz de var. Kuzu ve keçileri saymıyorum bile. Onlar sürekli gözümüzün önünde. Bu sürülerin sahibi Çoban Mehmet Ağa’nın iki atı ve huysuz mu huysuz bir eşeği de var. Bu eşek zaman zaman evimizin yakınına gelir, bazen günlerce oralarda dolaşır. Birkaç yıl önce, yazın bu eşek kayboldu. Mehmet Ağa gündüzleri eşeği arıyor ama eşek ortalıkta yok. Geceleri ortaya çıkıyor ve o güzelim sesiyle bizim geceleri şenlendiriyor. Yine o gecelerden birinde yataktan kalktım, bahçeye çıkıp sesin geldiği yöne el fenerimi tuttum, eşek hemen yanı başımdaydı. “Niye anırıyorsun evladım?” diye sordum ve eşeği orada bırakıp, yazı masasının başına gittim. Sabah güneş doğarken eşek anırmayı, ben yazmayı bitirmiştim :) Deniz’e metni verdiğimde ve “Bu kitabı ben resimleyeceğim” dediğinde sevincime diyecek yoktu. Eşeğe şükranlarımı sunmak için bir sürü karpuz kabuğunu önüne yığdım, hakkıydı, esin perim oydu :) Biliyorsunuz bu kitabımız 2013 yılının en iyi resimli çocuk kitabı ödülünü kazandı.



* KitapkurduAnne´den nasıl haberiniz oldu ve site hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sara’dan öğrendim. Sevgili arkadaşım her zamanki heyecanıyla, buluş yapmış bir bilim insanının coşkusuyla beni aradı ve ‘kitapkurduanne’ diye bir site var, baksana, harika’ dedi. Hemen baktım ve artık sıkı bir takipçisiyim. Sitenizi başarılı bulduğumu söylemeliyim. Tasarımı, içeriği zaten iyi. Diliniz, kitap tanıtımlarını destekleyen minik buluşlarınız, özeniniz harika. Şunu eklesem siteniz hakkında neler düşündüğümü daha iyi anlatabilirim. Kitapkurduanne çocuk kitapları listemi yaparken mutlaka göz attığım bir adres.
....
Arslan Sayman´ın KitapkurduAnne ´de yer verdiğim kitaplarına isimlerini tıklayarak ulaşabilirsiniz :
Kırmızı KuşPiraye´nin Bir GünüBruni´nin AvlusuBarba ile RabarbaŞarkı Söyleyen BerberBalaban ile ŞakrakMevsimlere GüzellemeEngin MaviHezarfen´in İzinde GökyüzündeEvliya Çelebi Gibi
Benim de henüz okumadığım Kirazlı Köşkün Çocukları, Piri Reis ile Açık Denizde ve Ne Çok Soru Soruyorsun okuma listemde, önümüzdeki aylarda onlar da sitede yerini alacaklar..
Sevgili Deniz Üçbaşaran ile yaptığımız söyleşiyi hala okumadıysanız buradan ulaşabilirsiniz...