eda-albayrak-ile-soylesi-kitapkurduanne-yazar-ve-cizer-soylesileri

Eda Albayrak ile Söyleşi

Merhaba !

Gene çok tatlı bir söyleşi ile karşınızdayız :)

Bidigago kitapları ve çok yeni çıkan Bir Müzik Efsanesi kitabının yazarı sevgili Eda Albayrak ile söyleştik bu sefer. Eda´yı şahsen tanıdığım, onun inanılmaz yaratıcı zeka atölyelerine katıldığım için kendisini, beyninin ne kadar hızlı ve çok yönlü çalıştığını biliyorum ve diyorum ki biz daha çoook güzel kitaplarını okuyup, birçok başarısına şahit olacağız...

Keyifli okumalar ..




Sevgili Eda, bize biraz çocukluğundan ve eğitim hayatından bahseder misin? En çok sevdiğin ders neydi mesela veya hatırladığın ilginç bir anın var mı okula dair?

:) Aslında ben hala çocuğum Akça, eğitim hayatımda, okul yıllarım da devam ediyor. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım Büyükçekmece´de geçti. Bir tane ilkokulumuz vardı. B.çekmece ve civarında yaşayan ne kadar çocuk varsa hepsi oradaydı. Küçük bir kasabada büyümüş olmanın avantajını sanırım hayatım boyunca hissedeceğim. Biz okula buluşmaya, bir arada olmaya giderdik. Okulu hep çok sevdim. En sevdiğim ders matematikti. Hala en sevdiğim ders matematik. Hiç bitmeyen bir bulmaca gibi benim için. Kuşkuya yer bırakmaktan sonuç verilebilmesi beni hep hayrete düşürür. Bazen kafamda bir sepet soruyla dolaşırken bulurum kendimi. Keşke hayatımızda her problem matematik gibi çözülebilir olsa. Anı deyince insanın aklına o kadar çok geliyor ki ama çocuk aklımın sınırlarını gerçekten zorlayan bir anımı paylaşayım seninle. Sınıfımızda Ömür isimli bir arkadaşımız vardı. Bir tek o çok uzaktan gelirdi okula. Nereden geldiğini sorduğumuzda biz Cennet´te oturuyoruz demişti. O günün akşamı babama "Bizim sınıfta Ömür diye bir çocuk var, cennete yaşıyorlarmış" dediğimi, babamın o bakışını, annemin telaşını hiç unutamam. Günlerce "Baba beni cennete götür. Ömürler de orada yaşıyor, çok güzelmiş diye ayak diretmelerim, onların çaresizliği... Aradan yıllar geçti seneler sonra üniversiteye başlayınca B.Çekmece´den İETT´ye binip Yenibosna oradan Şişli´ye gelirken hep Cennet durağında Ömür gelir aklıma...

Bir radyoculuk geçmişin var bize biraz bahseder misin?

Ben aslında matbaada büyüdüm. Annem ve babam gazeteci Yeni Trakya Ekspress adlı yerel bir gazeteleri vardı. Matbaamızda bir yanda matbaa işleri yaparlar bir yandan kendi günlük yerel gazetelerini çıkarıyorlardı. Gazetemiz 22 sene yayınladı. Bilmiyorum ama belki de İstanbul´un en uzun soluklu yerel gazeteleri arasındadır. Aslında çalışma hayatıma mücellithanede başladım. Güzel harman yaparım mesela. Yaz aylarında matbaada kendi defterlerimi dikerdim. biz üç kardeşiz ve üçümüzde üniversiteye gitmeden önce matbaada zanaat öğrendik. Ben mücellitim, abim tipo offet baskı ustası, kız kardeşim de mac operatörü. Benim matbaa hayatım kısa sürdü çünkü yerel bir radyo açtım 93-97 yılları boyunca orada çalıştım. Batan Güneş, Maydanoz, Piano piano ve çocuklar için uykudan önce programlarını hazırladım ve tabi radyonun işletmesi, "Hayalleriniz gerçek radyonun Merkez FM olsun" sloganımız buydu. 5 yıl radyoculuk yaptıktan gecikmeli olarak üniversite eğitimine başladım. Hala dinleyicilerimin mektuplarını saklarım. Şİmdi bir rüya gibi o yıllar. Bir çuval anı...

Yaratıcı Zeka konusunda çok ciddi bir birikimin var, hatta pek çok konuda. Bunları ben biliyorum ama okuyucularım için senin ağazından dinlemek isterim, okuldan sonra neler yaptın?

Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunuyum. Sonrasında BİLGİ´de 15 sene çalıştım. Üniversitede çalışırken yüksek lisansımı Reklam Tasarımı alanında yaptım. Yüksek lisans tezim 20 yy. Dünya Savaşlarında kullanılan posterler ve sterotipler. O yıllar doymak bilmeyen merak yıllarımdı. Reklamları incelemek, onların arketipleri üzerine düşünmek, derken posterler. Sanırım, yaratıcı düşünme çalışmalarına o zaman başladım diyebilirim. İletişim alanı gibi sözel bölümlerde düşünceni ortaya koyabilmen için sürekli data toplarsın, sonra bunları veriye dönüştürmeye anlamlı bilgi haline getirmeye yani istatistiğe ihtiyaç duyarsın. Anlayacağın ben istatistikle öğrenme yolculuğuna devam ettim. Üniversitede çalışıyor olmanın en büyük avantajı bu belki de her durumda bir yandan çalışıp bir yandan öğrenmeye devam edebiliyorsun. Aynı yıllarda Yeditepe Üniversite´nde analist olarak bir projede yer aldım. Öğrendiklerini birbirine entegre etmeye başlayınca her şey kendiliğinden oluveriyor. Sonrasında Georgia Üniversite Torrance merkezinden iki değerli bilim insanıyla tanışma fırsatı buldum. Onların üniversite bünyesinde gerçekleşen eğitimlerinin kurgu ve montajını yaparken, Yaratıcı Düşünme testi torrance ile ilk defa tanışmıştım. Çok ilgimi çekti. Bir yıl sabırla bekledim, ertesi sene aynı eğitime bu defa öğrenci olarak bende katıldım. Yeni önerilerim ve onlarla paylaşmak istediğim çok şey vardı, bir sene sonra tekrar Türkiye´ye geleceklerini biliyordum. O yıl üniversiteden ayrıldım ve bir yıl boyunca onlarca okulda testin uygulamasını yaptım. Binlerce datadan aynı testin Türkiye orjinallik istatistiklerini hazırladım ve çalışmalarımı onlara sundum. Başarılı olmuştum geriye velilerle ve çocuklarla paylaşmak kalmıştı. Bilgi Üniversitesi Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı´nda Yaratıcı Düşünme Anne ve Baba Eğitimleri verdim. Ardından çeşitli ilkokullarda çocuklar buluşmaya başlamıştım. Bugünlerde oyun teorisi üzerine, bir kaç hocamla geceleri online ders çalışıyorum. Denklemler ve sayıların cazibesine yine kapıldım. bakalım yakında yine bir kitapla karşınıza gelebilirim :) Hocalarımdan ve okuldan kopmamak, hep bir adım öteye itiyor insanı.



Bidigago´yu yazma fikri nasıl doğdu neden isim Bidigago? ve yolun ABM Yayınevi ile nasıl kesişti?

Ben kendimi bildim bileli öykü ve masal yazarım. Üniversiteyken bir çok hocama götürür yorumlarını alırdım, severlerdi de... Sonra sonra masallarımı, öykülerimi çeşitli atölye ve sergilerde çocuklara anlatmaya başladım. İlk ciddi öykü ve masal anlatıcılığı La Cite des Sciences et de I´ındustrie tarafından hazırlanan "Herkes için Su" sergisi kapsamında Su Öyküleri Atölyesi´nde oldu. Ah! Akça, çocukların gözlerine bakarak anlatmak kadar beni mutlu eden başka bir şey yok. Sonra susmadım ben! Fakültede bir kaç hocam; "Bu masalları, derle toparla bir araya getir ve yayın evine götür." deyip durur oldular. Aynı yıllarda karakterlerimin oyuncaklarını yapmaya başladım. Hatta iyice merak salıp ahşap oyuncak yapabilmek için çok değerli bir ustanın çırağı olup bir yıl talaş temizlemek koşuluyla bir ahşap atölyesinde tornacılık yaptım. Artık atölyelerimde anlattığım öykülerin, masalların ahşap oyuncakları da vardı. Geceleri yaratıcı düşünme testi okuyor gündüzleri tornacılık yapıyordum. Hafta sonları da Bilgi Üniversitesi Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı´nda hem yaratıcı düşünme eğitimleri veriyor hem de ahşap atölyesi´nde çocuklarla oyuncaklar yapıyordum. Tabi her oyuncağın masalını anlatarak. Sıra bir yayın evi bulmaya kalmıştı. ABM yayınevi ile yolum böyle kesişti. Bidigago´nun hikayesi ise bambaşka, biz yayın evine gittiğimizde iki arkadaştık ve elimizde masallarımız vardı. Ee tabi tanışma faslı sırasında, ben durur muyum? Konu bir şekilde yaratıcı düşünmeye geliverdi. ABM yayın evinin sahibesi Çağla hanım "Neden yaratıcı düşünme romanı yazmıyorsunuz?" dedi. O heyecanı anlatamam sana, "tabi dedim neden olmasın". Bir sürü oyun var aklımda ama çocuklar kitabı okurken tek başına oynayacaktı. Bir dizi istatistik dolu günler. En uygun, en uygulanabilir oyunlarımı seçtim, bazılarını eledim. Sırada bunu çocuklara ben yokken anlatmak kalmıştı. Baktım ki çocuklar olmadan duramıyorum. Ben de kitabın içinde bir karakter oluverdim. Artık onların yanındaydım. Kitabın sayfalarının bizzat içinde. Benim biricik küçük arkadaşlarım Bidigago´yu okurken ben de yanlarında oluvermiştim. Bidigago´nun anlamına gelince. Bidigago kelimesi, babacığımın bana çocukken söylediği bir sevgi kelimesiydi. Ortalık çok sessizken babam birden BİDİGAGO der gülerdi. Hemen toplaşır oyun oynamaya başlardık. Kitap bittikten sonra ona isim ararken "BİDİGAGO olsun" dedim. Babam bana yaptığı gibi binlerce çocuğa birden BİDİGAGO deyiversin toplaşıp oyun oynasınlar.


Bidigago´yu elde yazıyorsun ben bir kaç kez defterini gördüm. O serinin üçüncü kitabı mıydı?

Evet :) deftere yazıyorum, çiziyorum. Uğraşıp duruyorum onunla :) Bidigago´yu hiç bir zaman bilgisayarda yazamadım. O benim defterim gibi. Senin gördüğün serinin üçüncü kitabıydı. Geçenlerde bitti, yayın evine teslim ettim. Şu sıralar sevgili editörüm Alp Gökalp´te.

Çocuklarla aranda bir büyü olduğunu düşünüyorum sanırım on dakika içinde kendine alıştıramadığın ve arkadaş olmadığın çocuk yok, bunun sırrı nedir?

Öyle değil mi? Ailemden, arkadaşlarımdan, öğretmenlerden bunu çok sık duyuyorum. Şimdi sende söyledin :) Bazen buna bende şaşırıyorum. Bugüne kadar anlaşamadığım bir çocukla bende karşılaşmadım. Onlar benim arkadaşım Akça, bu gerçekten böyle. Ben bir çocukla oynarken, konuşurken, yemek yerken gerçekten onunla ve gerçekten oradayım. Aklım, kalbim o anda orada. Demek istediğim şu; bir çocuk, bir yetişkinle birlikteyken onu izler, her hareketine dikkat eder. Onların zihni hiç bir zaman bulanık değildir. Ve yetişkinleri can kulağıyla dinlerler. Eğer bir çocukla yan yanayken onunla olmak istiyorsan bunu bilir ve sana katılır. Bence sebebi bu :)

Hayatımda gördüğüm en üretken insanlardan birisin ve aynı anda pek çok konuyu yürütebiliyorsun nasıl bir çalışma sistemin olduğunu bizlere anlatabilir misin?

Çok teşekkür ederim. Böyle düşünmene sevindim. Ben aynı anda birden fazla şeyle uğraşmayı çok seviyorum. Örneğin sadece bir kitap okumam aynı süreçte elimde en az dört kitap vardır. Biri çantamda, bir masamda, biri başucumda ve mutlaka bir teorik kitap. Hepsini paralel zamanda okumayı seviyorum. Ne bileyim bir nota sayfası düşün, bir porte beş çizgi, sol anahtarından aldın sesi bunun gibi... bir ritim ve o ritimde okumalar... İş hayatımda da böyleyim hiç bir zaman tek bir işte çalışmadım. Bir işten bir diğerine paralel zaman bu defa yine bir nota kağıdı düşün ve yine bir porte beş çizgi... Hatta Do anahtarı olsun :) iş hayatı ciddileşelim :) Onca enstrüman ve onca nota o zaman ahenk yakalanıyor. Şu sıralar yine dört kitabım var çantamda bir çocuk romanı, masamda bir yetişkin romanım ve başucum yani uyumadan önceki son durağım bir fantastik, son dönemlerde teorik kitabım bir dizi makaleden oluşan bir derleme. İş hayatıma gelince medya danışmanlığı, eğitimler, atölyeler, ahşap oyuncaklar ve pek tabi şu sıralar yazdığım kitabım. Bir de iki özel öğrencim var haftada bir kez buluşuyoruz.

Yakında ilk resimli çocuk kitabın çıkıyor, sürprizi kaçmayacaksa bize biraz Vivi´nin hikayesini, doğuşunu, oluşumunu anlatabilir misin?

Ah! Vivim, benim biricik Vivaldim. Bir Müzik Efsanesi en sevdiğim masallarımdan biri, ben çalışırken, okurken, bulaşık yıkarken yani kısaca bir şeyle uğraşırken mutlaka klasik müzik dinlerim. O ritimle bir bakmışım işim bitmiş. Zamanın nasıl geçtiğini anlamam akar gider. Ama bazen bazıları beni işimden eder. Aklım müziğe gider Vivaldi´de onlardan biri. Onu dinlemek için ona zaman ayırman gerekir. İşler durur, kitabın kapağı kapanır ve sadece, ben ve Vivaldi kalırız. Yine öyle gecelerden birinde Vivaldi beni işimden etti. Keyifle dinlerken bir anda, hep aynı günleri ardı ardına yaşadığımız ve ne çok şey kaybettiğimiz düşünce sarıverdi kalbimi. Ve orada bir yerde Defne doğdu. Vivaldi, ben ve Defne sabahın ilk ışıklarında bir masalda kavuşmuştuk. Bu arada Beethoven ve Haydn´ı unutmayalım onları da çok severim. Pek tabii zor karar arefelerinde Itzak Perlman. Hangi birini sayayım bak şimdi Franz Liszt alınacak. Bir Müzik Efsanesi, bugün yarın piyasaya çıkacak bende heyecan içinde çocuklara kavuşmasını bekliyorum.



Yayınlanmamış ya da yayınlanmayı bekleyen başka hikayelerin de var değil mi?

O kadar çok ki Akça, bazıları seri, bazısı öykü. İki tane de romanım var. Bakalım zamanla umarım onlarda çocuklara ulaşacak. Masallara gelince dayanamıyorum, çoğunu atölyelerimde çocuklara anlatıyorum. Pırıl pırıl gözleriyle, şen kahkahalarıyla dinliyorlar. Bazen masalın hüzünlü bir yerinde meraklı gözlerle "Sonra ne olmuş" demiyorlar mı hemen bir tekerleme söyleyip alıveriyorum gönüllerini. Ve tabi merakta bırakmıyor sonunu anlatıyorum. Birlikte seviniyoruz.


Bidigago´da tekerlemeler gözüme çarptı. Seviyorsun tekerlemeleri değil mi?

Çok, çok seviyorum. Kelimelerle oynamayı, onlarla takla atmayı ama bir şekilde anlatmak istediğimi söylemeyi. Gerçekten çok seviyorum. Çoğu anlık not almadıysam bir yere yazmadıysam kaybolup gidiyor. Dert etmiyor, ben de kayboluyorum o tekerlemeyle birlikte sonra bir yerde buluşuyoruz.



"Yaratıcı Zeka" ne demektir bize tanımlar mısın ?

Onlarca tanımı yapılabilir benim en çok kullandığım tanımı mantıksal düşünme ile sezgisel düşünmenin bir arada olduğu düşünme şekli. Kaygıdan, sınırlamalardan, ön yargılardan ve kalıplaşmış tüm fikirlerden arınarak. Şöyle ki İçinde bulunduğumuz dünya bizi kalıplara sokar, ön yargılarımızı korur ve besler. Üstelik bizi; bu durumun doğamızda olduğuna inandır. Kalıplar iki doğrultuda eğilim gösterir: genelleştirme ve özelleştirme. Her iki durum da yaratıcılığımızı öldürür. Oysa doğanın birer mucizesiyiz her birimiz.


Birçok okulda yüzlerce öğrenciyle buluşuyorsun bu kadar çok çocuğun ilgisini aynı anda nasıl ayakta tutuyorsun?

Her fırsatta, her durumda tüm işimi gücümü bırakıp koşa koşa gidiyorum çocuklarla buluşmaya. Öyle özlüyor, öyle seviyorum ki sanırım bunu hissediyorlar onlar da.... Bazen kendim diyorum yayın evime, "Niye duruyoruz gitmeyecek miyiz?" diye... Özlüyorum Akça. Bence çocuklar bunu hissediyor. Her etkinlikte, sahneye çıktığımda ilk olarak "Nasılsınız?" diyorum. "iyiyiz" diye bağırıyorlar. Elimde değil o an, "Duymadım." diyorum. Bir daha "iyiyiz" diyorlar. "Yok diyorum. Olmadı, duymuyorum" öyle bir çığlık atıyorlar ki kulaklarıma dolan o sesleri kalbim yerinden çıkıyor. Bak şimdi aklıma getirdin :) özledim ben çocuklarımı.


Bir çocuk veya yetişkin sence neden senin yaratıcı zeka eğitimine katılmalı?

Yaratıcılık; doğuştan gelen bir özellik, bir yetenek… Hepimizin içinde var. Yıllar içinde bir yerlerde yaratıcı düşünmeyi bırakıyoruz. Her şeyi her düşünceyi bir sisteme, bir dizine dahil etmeye çalışıyoruz. Çoraplarımızı çekmecelerimize dizer gibi... Tabakları mutfak dolabına yerleştirir gibi... Oysa biz değerliyiz, fikirlerimiz değerli, düşüncelerimiz değerli. Ortaya çıkarmalı onları bıraktığımız yerden almalıyız. Eğitimlerde öncelikli amacım bu oluyor. Sonra nasıl kullanacağımızı ve nasıl geliştireceğimizi birlikte keşfediyoruz.



İlerisi için hayallerin neler, ne tür projelerin var?

Şu sıralar yeni bir seri üzerinde çalışıyorum. Bir hayal ile başladı. Şimdilik bir istatistik çalışması. Sonrasında yapısını oluşturacağım. Eğer her şey istediğim gibi sonuçlanırsa kitaba dökeceğim. Yani kocaman bir semt pazarında gibiyim alış veriş yapıyorum. Eve geldiğimde yemek yapacağım bence lezzetli olacak. Bir de yıllardır yazdığım diğer masallarımı çocuklara ulaştırmak tabi ki... Geçen sene 6 bu sene 8 ilde onlarca okula gittim. Daha daha çok çocuğa ulaşmak istiyorum. Hepsinin hayatlarına dokunmak. Sevgili Akça, harika bir söyleşiydi benim için. Kahve tadında, tatlı bir esinti. sanki çimenlere oturduk seninle, azıcık ötemizde koca bilge bir ağaç, gölgesinde biz. Sanki biz konuşurken ağaç bize gülümsüyordu, dibindeki Leprikonu görmediğimiz için. Ne dersin belki gök kuşağının bittiği yere serdik kelimelerimizi. Bir dilek hakkıdır bu... Ve gerçek olur.